ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun, Erdoğan-Trump görüşmesini “adeta yalvararak alınmış bir randevu” diye tanımlaması aslında her şeyi özetliyor.
Trump’ın, “Onun bazı şeylere ihtiyacı var, bizim de bazı şeylere ihtiyacımız var.
Ve bir sonuca varacağız” sözleri...
Türkiye’nin Rusya’dan enerji alımını durdurmamızı istemesi...
F-35’ler konusunda Erdoğan’dan karşılık beklediğini açıkça dile getirmesi...
Ve bütün bunlara karşı Erdoğan’ın tek kelime etmemesi!..
Bu tablo, aslında yıllardır bitmeyen bir “meşruiyet arayışının” yeni perdesi.
Bitmeyen Arayışlar
AKP iktidara geldiği günden bu yana Ankara’nın yerine Brüksel’in ve Washington’un “şefaatine” sığındı.
Bu, defalarca yazıldı, söylendi. Muhalefetteyken Bahçeli’nin de sert sözlerle eleştirdiği bir durumdu.
Bugün geldiğimiz noktada şu sorular hâlâ geçerli: Bunca taviz, bunca boyun eğiş...
Hangi sorunu çözdü?
“Meşruiyet” arayışı bitmediği gibi, aksine daha da derinleşti.
Sömürge Valisi mi, Büyükelçi mi?
Asıl çarpıcı çıkış ise Trump’ın dostu ve özel temsilcisi Tom Barrack’tan geldi.
Erdoğan-Trump görüşmesinden hemen önce yaptığı açıklamada, asıl meselenin S-400, F-35 ya da sınırlar değil, “meşruiyet” olduğunu söyledi.
“Erdoğan 71 yaşında. Türkiye demokrasi ama otoriter gibi. Başkan Trump dahice bir şekilde çözüm olarak ‘ona meşruiyet vermeliyim’ dedi.”
Daha sonra “meşruiyet derken aslında saygıyı kastettim” diye düzeltmeye kalksa da kelimeler çoktan havada uçuşmuştu.
Madem mesele “saygı”ydı, Trump’ın 2019’da yazdığı ve hâlâ unutulmayan o mektup ne olacak? “Türkiye ekonomisini yıkmaktan sorumlu olmak istemem. Sert adamı oynama. Aptallık etme.” Eğer bugün Washington’da “saygı” aranıyorsa, önce o kâğıdın çöpe atılması gerekmez mi?
Aranan Meşruiyet Bu mu?
Görüşmeye damga vuran bir başka sahne ise Trump’ın Erdoğan’a dönüp, “Hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” demesiydi.
İktidar medyası bunu “algı operasyonu” diye savundu.
Oysa aynı Trump, Beyaz Saray’ın bahçesinde Erdoğan’a dönüp, “İki yıl sonra büyük davet salonum açılacak, seni onur konuğu yapacağım. O tarihte seçim yok değil mi? Gerçi olsa da sen kazanırsın” diyordu.
Türkiye’de erken seçim ihtimalleri, üçüncü dönem tartışmaları konuşulurken, Trump’ın bu “öngörüsü” ne anlama geliyor?
Washington’da aranan “meşruiyet” gerçekten bulundu mu, yoksa hâlâ masada duran bir pazarlık mı?
Bir ülkenin meşruiyeti başka başkentlerde değil, kendi halkının iradesinde aranır olması gerekir.
Ama görünen o ki, iktidar hâlâ dışarıdan alınacak onayla “meşruiyet” devşirme peşinde.
Yorumlar