Bazen, bir milletin hafızası sisli bir ovaya benzer; gözünüzün önünde duran gerçeği bile seçmek zordur.
Kürt meselesi de tam olarak böyle…
Tarih, efsaneler, siyaset ve propaganda birbirine karışmış; hakikat ise çoğu kez en son aranan şey hâline gelmiş.
Bugün elimizdeki tabloya baktığımızda; içeride iktidar dengelerinden, dışarıda emperyal planlara kadar uzanan geniş bir oyunun tam ortasında Kürtlerin aidiyet tartışması duruyor.
Fakat bu tartışma, çoğu zaman bilimsel verilerden çok, siyasi amaçların rehberliğinde yürütülüyor.
Türkiye’nin en hassas meselelerinden biri hâlâ aynı yerde duruyor: Kürtlerin aidiyeti.
“Terörsüz Türkiye” iddiasıyla yürütülen projeler, ne yazık ki toleransın istismar edilmesine, gerçeklerle ilgisi olmayan propagandaların yayılmasına sahne oluyor.
Bu propagandaların iki temel kaynağı dikkat çekiyor:
Birincisi; iç politikada AKP ve MHP’nin anayasa ve seçim stratejisinde DEM Partisi’nin desteğine duyulan ihtiyaç.
İkincisi; İsrail’in bölgede Kürtleri “vekâleten savaş” stratejisinin öncü kuvveti hâline getirme isteği.
Her iki durum da etnik yapıyla ilgili asılsız iddiaları körükleyerek, hayali bir “ulusal bilinç” yaratma amacına hizmet ediyor.
Bu strateji, Kürtleri aynı vatanı paylaştıkları halklara karşı kışkırtıyor; iki tarafı da zayıflatarak dış müdahalelere zemin hazırlıyor.
Yahudi ve Fransız (Paris) Kürdoloji enstitüleri ile Moskova destekli çevreler, Kürtlere ait olmayan tarihi olayları ve kültür miraslarını Kürtlere mal eden belgeler üretiyor.
Bu çalışmalar, medya ve internet aracılığıyla sistemli şekilde yayımlanıyor.
Bu noktada hem DEM Partisi’nin hem de ona manevra alanı tanıyan Cumhur İttifakı’nın anayasal suç işlediği iddia edilebilir.
Terörü övmek, desteklemek veya fırsat tanımak; Türk Ceza Kanunu’nda terör suçları kapsamında açıkça tanımlanmıştır.
Kürtler, tarih boyunca Ön Asya’da kozmopolit bir kültür içinde yaşamış, genellikle hayvancılıkla geçinen, eski Farsça (Lur Farsçası) konuşan, otoriteye mesafeli ve sosyal hareketliliği yüksek bir topluluk olarak bilinir.
“Kürt” kelimesinin ilk kez Azerbaycan’ın Mugan bölgesinde kullanıldığı rivayet edilir.
Dağlık bölgelerde yaşayan sert mizaçlı topluluklar için “Türkün tersi” anlamında kullanıldığı söylenir.
Kürtlerin kökeni konusunda iddialar çeşitlidir:
İranlılar: Farsça konuştukları için Kürtlerin Fars kökenli olduğunu iddia eder.
Araplar: Hz. Halid’in oğlu Süleyman’ın Diyarbakır seferinde getirdiği Araplardan olduklarını ileri sürer.
Yahudiler: Babil’e sürgün edilen “kayıp on ikinci kabile”ye dayandırırlar.
Ezidiler: Kendilerini Kürt olarak tanımlar ama inanç ve kültür bakımından farklıdırlar.
Yakın tarihte, 1950’lerden itibaren başlayan siyasal Kürt hareketi; Erbakan ile ivme kazanmış, Özal ile olgunlaşmış, Erdoğan’ın hazırlattığı Doğu ve Güneydoğu raporuyla resmileşmiş Bahçeli ile bebek katili terörist başının TBMM’de konuşmaya davete kadar gelmiş.
Lenin’in “ulusların kaderlerini tayin hakkı” teorisi, bölgedeki hareketin entelektüel altyapısında yer almıştır.
Bazı tarihçiler, Kürtlerin Turani bir kökene sahip olduğunu, hatta Yenisey Yazıtları’nda “Ben Kürt İlhanı Alperungu’yum” ifadesinin bunun kanıtı olabileceğini savunuyor.
Diğer taraftan, doğu ve güneydoğudaki pek çok köyün 19. yüzyılın sonlarında göçlerle Kürt nüfus kazandığı; mezarlıklarda 150 yıl öncesine ait Kürt mezarına rastlanmadığı iddia ediliyor.
Bıruki, Bekiranlı, Celali, Karaca, Cibranlı, Hasananlı gibi aşiretlerin kökenlerinin çoğunlukla Türkmen veya göçmen olduğu öne sürülüyor.
Kürtlerin aidiyeti konusu, sisli bir alanda, ideolojik yorumlarla şekillenmeye devam ediyor.
Üniversitelerimiz; etnoloji, sosyoloji ve tarih biliminin ışığında, dünyaca kabul görecek kriterlerle bu meseleyi bilimsel olarak aydınlatmak zorunda.
Ancak bugün, kardeşlik yerine husumetin beslendiği bir atmosferde yaşıyoruz.
Yorumlar